Bir mola veriyorum ve molada insanlar ne yaparlar diye düşünüyorum özelliklede şu "En uzun süre film izleme" rekorunu kıran insanların hikayesi geldikçe aklıma bir daha anladım molanın mahiyetini. Kanadalı Suresh Joachim ve Alman Claudia Wavra’nın, 123 saatte izledikleri 57 filmle dünya rekorunu kırdılar. Rekor denemesini 2 Ekimde 8 kişi başlattı. Katılımcıların film boyunca gözlerini ekrandan ayırmamaları gerekiyordu. 72 saatin sonunda sadece Joachim ve Wavra’nın kaldığı rekor denemesinde, her filmin sonunda on dakikalık ihtiyaç molası verildi. Sanırım ben ve arkadaşlarım bu rekoru geliştirebiliriz hemde daha fazla katılımcı ile. Özelliklede son zamanlarda film izleyememekten şikayet eden ve 2 gün öncesi şahlanan ata mı benzetirsiniz yoksa barutun ateşlenmesine bilemem ama bir anda içimde film izleme isteğinin zivre yapması ile adeta ara vermeksizin izlediğim filmlerdeki performansım ile...
Ben bir molamı izlediğim filmler hakkında kısa kısa bilgiler vererek geçirmeyi tüm vatana millete hayırlı bir iş olarak gördüm.
Lik Wong (1991) ile başladım. İzlenecekler listesindeydi uzun süredir ama bir türlü elim gitmemişti. Az çok tahmin ettiğim gibide çıktı esasında. Eğlenmek için birebir bir film. Yer yer sıkıntıya sebep versede çerez mahiyetinde. Arada atıştırmalık olarak izlenebilir.
Dear Frankie (2004) filmi ile bir çocuk için babanın önemini, bir anne için çocuğunun mutluluğunun önemini kavramaya ve pekiştirmeye çalıştım.
Krótki film o milosci (1988) filmi ile aşk için çekilen çileye, tutkuya şahit oldum. Ve aşk ne kadar imkansız gibi görünsede hiçbir zaman karşılıksız kalmaz fikrini kafamın bir köşesinde tutacağım. Krzysztof Kieslowski gibi bir yönetmenin neden sıradışı olduğunu tekrar O'nun bir başyaptını izleyerek yeniden keşfederek öğrendim ve pekiştirdim.
Butterfly on a Wheel (2007) Filmi ile ailenin birbirine bağlı olması gerektiğine, aile fertlerinin birbirleri için neler yapabileceklerine, bir kadının kinine ve öfkesine, bir katilin soğuk kanlılığına,... şahit oldum.
Baño del Papa, El (2007) filmi ile Papa'nın neden bu filmi beğenmediğini anladım. Var olan krizden korkanların izlemesi gereken bir film olduğuna kanaat getirdim.
Ne le dis à personne (2006) filmi yer yer daraltmalar, sıkmalar, bogmalar ile başlasada ilk yarım saat dişinizi sıktıysanız biraz hareketlenmeye başlıyor. İlerleyen sahnelerde zaman zaman konu dağılıyor toplanmaya çalışılıyor o arada hikayenin foyası ortaya çıkıyor derken film bitiyor. Belkide şu listedeki en zayıf halka kendileri. Ama yinede izlemeye değer bulduğumuda inkar edemem. Pişman değilim. Filmsever olmak böyle bişey olsa gerek.
Kataude mashin gâru (2008) ile eğlendim aynı Lik Wong (1991) da eglendiğim gibi.
Kung Fu Panda (2008) filmini yatmadan önce izledim ve tatlı bir tebessüm ile uyumama sebep oldu. İnsana özgüven aşılıyor. İzlemenizi tavsiye ederim.
2. gün bitmeden izlemeyi planladıklarımıda şöyle kısaca listeleyeyim.
Tetsuo (1989)
The Air I Breathe (2007),
Stephen King'den The Mist (2007),
El kamerası ile çekilen Cloverfield (2008),
Daha 17 17 17' yaşındaki gencin hikayesi Nói albínói (2003),
Bu filmlerin arasından çok kötü bir filmdi diyebileceğim bir film yok. Arada kopmalar yaşayan filmler de vardı ama ben bombardıman arasında pek farkedememiş olabilirim. Zaten en güzel film araştırma merkezi
IMDb'ye bakınız eğer sizede uyuyorsa izleyiniz pişman olmayacaksınız. Filmlerin derinlemesine konularını araştırmadan izlemenizi tavsiye ederim. İki gün onüç film uzun süredir işlerimden dolayı gösteremediğim bir performanstı. Şimdi gayet huzurlu ve mutluyum.
''Hep merak etmişimdir, bir kelebek güvenli kozasından çıktığında ne kadar güzel bir hale geldiğinin farkında mıdır?''
''The Air I Breathe'' Filminden bir alıntı... Film başladı...
Burda...