,

Bağımlılık Nedir? Hepimiz Bağımlı mıyız?

29 Temmuz 2008 Gönderen:Sade 0 yorum

Bağımlılık Nedir?

Bağımlılık kişinin kullandığı madde üstünde kontrolünü kaybetmesi ve onsuz bir yaşam sürememeye başlamasıdır.

Bağımlılık, bir nesneye, kişiye, ya da bir varlığa duyulan önlenemez istek; veya bir başka iradenin tahakkümü altına girme durumu olarak tanımlanır. Bağımlılık kavramının anlamı, psikoloji ve siyaset alanlarında farklıdır.
Siyasi literatürde bağımlılık: Bir ulusun, diğer bir ulusa ekonomik, siyasi, askeri ve kültürel alanlarda tabi olması durumudur. Genellikle gelişmiş, zengin ve güçlü ülkeler, daha zayıf olan ülkeleri gerek teknolojik, gerekse de ekonomik gelişmişlik seviyelerini kullanarak kendilerine bağımlı hale getirmektedirler.

Psikolojide bağımlılık: Bağımlılık bireylerin, kendilerinin ruhsal ve bedensel sağlığına ya da sosyal yaşamına zarar vermesine karşın, belirli bir eylemi yinelemeye yönelik önüne geçilemez bir istek duymaları halidir.



İradesiz Kişiler mi Bağımlı Olur?

Herkes bağımlı olabilir. Madde kullanımı kişinin biyolojik yapısında zamanla değişikliklere yol açar ve ara sıra da olsa kullanan kişinin bundan kaçınması mümkün değildir. Madde kullanımının irade ile bir ilişkisi yoktur. Zaten kişiler “Ben kontrol edebilirim” düşüncesiyle başlar, daha sonra bağımlı hale gelir. Onlar da “Benim iradem güçlüdür” gibi bir yanlış inançla yola çıkmışlardır. Kişi maddeyi kontrol altında tuttuğunu, hiç dozu aşmadığını iddia etse de aslında bedeninde farkında olmadığı bir süreç devam etmektedir. Bu yüzden bireysel özellikler ile madde kullanımı arasında bir sebep sonuç ilişkisi kurmak yanlıştır.


Bağımlılık yapan maddeler

Bağımlılık yapan maddeler denildiğin de bir çırpıda akla gelenler;

Alkol,
Sigara (Tütün),
Ecstasy,
Esrar,
Eroin,
Kokain,
LSD (liserjik asit dietilamid),
GHB (Gama-Hidroksibütrat),
Ketamin,
ve diğer uyuşturucu maddeler olur genelde. Ve bu tür Bağımlılık yapan maddeler Prof. Dr. Yıldırım Doğan'ın belirttiği gibi;

• Beyin ve bağlantılı organları(Merkezi Sinir Sistemi) doğrudan,
• Beyin ve bağlantılı organları(Merkezi Sinir Sistemi) dolaylı etkileyerek:

• “Sahte bir İyi Oluş” hali yaratırlar.Sahte İyi Oluş Hali
• Bağımlılık yapan maddelerin Beyin Ödülleme Sistemi üzerindeki etkisidir.
• Öznel bir hoşnutluk söz konusudur.
• Her birey için farklı bir şiddeti vardır.
• Etkisi zamanla sınırlı ve geçicidir.
• Beyin Ödülleme Sisteminin doğal yolla uyarılması doğal hoşnutluk yaratmaktadır.


Hepimiz bağımlıyız!

Yukarıda sıraladığım Alkol, Sigara (Tütün), Ecstasy,Esrar,Eroin,Kokain,... gibi maddeler midir bizi bağımlı yapan yoksa daha birçok madde sayılabilir mi?

Bağımlılık denildiğinde ilk akla gelenler; uyuşturucu madde bağımlılığı, tütünlü mamüllere olan bağımlılık, bazı keyif verici ilaçlara bağımlılık gibi.

Genellikle bağımlılık tıbbi literatürde, "maddi" unsurlarla açıklanmakta. Hatta aşırı yemek yemeye olan bağımlılık, eşlerin birbirlerine olan aşırı bağlılığı bile bağımlılık çerçevesinde değerlendirilebiliyor. Bugün hayatın vazgeçilmezlerinden olan ve birçok alanda hayatımızı kolaylaştıran teknoloji de, doz iyi ayarlanmazsa bağımlılık yapabiliyor. Ve hatta biraz daha ileri gidersek çoğumuzun dünya malına o kadar çok değer verdiğini ve bu değer vermenin adeta bir tutkusal bağımlılık haline dönüştüğünü görebiliriz.

Araba bağımlılık yapar mı?

Kimisi arabasına olan düşkünlüğü ile vaktini değerlendirmenin ve kendine bir (varlığından doğan bazı bağlılık boşluklarını doldurma adına ) hobi edinmenin peşinden gitmiş. Ancak ona adeta taparcasına bağlanmıştır. Belli bir süre ondan uzak kalma fikrine bile dayanılmaz. Aşk gibidir? Peki ya aşk bir bağımlılık mıdır? Buda kendi başına bir konu olabilecek kadar üzerinde düşünülmesi ve konuşulması gereken bir konudur. Konuyu daha ilerde incelemek ümidi ile ana konuyu dağıtmadan diğer dünyasal bağımlılıklarımıza göz atalım.


Evinize bağımlı mısınız?

Kimisi araba sevdasının çok büyük bir benzer şekli ile ev ve ev eşyalarına bağlanmıştır. Bir insana verebileceği değerden daha çok değer verir evine ve eşyalarına. Birkaç kuruş eline geçtiğinde modern ve daha alımlı olması itibari ile onlarsız yaşanabilecek ancak yaşanırsa kolaylıklarla sanki bizi daha mutlu edeceğini düşündüğümüz eşyaları almaya çalışırız, ancak sonucunda karmaşıkları içinde bunaldığımız ve kaçmak, terk etmek, uzaklaşmak, değiştirmek gibi hissiyatlara kendimizi kaptıracağımızın da bilincindeyizdir. Ve sonunda beklenen an olur o çok severek alınanlarda milatlarını doldurur yerlerine yenileri gelir. Ancak Ev ve eşya kavramları bu döngü içinde kaldığı sürece bağımlılıktır.

Karşıt fikirler çıkarılabilir; 'Şu dünyada en rahat ettiğim yer olan evime önem vermeyeceğim de neye önem vereceğim ki? Bu bağımlılık değildir. Sadece günün sonunda rahat bir ortam isteğidir' diyebilirsiniz. O zaman kişiye göre değişen rahatlık tanımlamalarından en basitini hayatınıza ve evinize uyarlamanızı bununla yaşayabildiğiniz sürece bağımlılıktan kurtulabileceğinizi söylesem, kabul edermisiniz? - Hayır ise cevabınız siz ya evinizin yada modern eşyalarınızın (yada sizin olmasını istediğiniz ve ümitle beklediğiniz eşyalarınızın mı demeliydim? Sonuçta bu sonu olmayan bir durum. Almak almak ve yine almak tatminsizce, inatla, severek yapılan bir eylem!) bağımlısı olabileceğinizi hiç düşündünüz mü?


Esasen bu iki örnekte yer alan ev bağımlılığı ve araba bağımlılığını da içine alan bağımlılıklarda vardır. Para, ün, şan, şöhret, seks, aşk, insan (sevgili, anne, baba,...),... gibi daha birçok konuda gereksinim kılıfı altında yatan ve hiçbir zaman kabullenemeyeceğimiz yada kabullenmekte her zaman zorlanacağımız bağımlılıklarımız vardır. Konu dallanıp budaklanmaya ve hatta kitap olmaya aday bir konu olsada bu kadarı kafi diyerek, son sözü Mehmet Aslantuğ'a bırakalım;


Şöhret, ateşli hastalıklara benzer! Geç yakalananları ya da olgun görünen yaşlarına rağmen onun esiri olanları yatağa düşürür.
Mehmet Aslantuğ
(Oyuncu)


KAYNAK:

bilkent.edu.tr

tasdevri.org

narkotik.iem.gov.tr

Wikipedia

Google

Çeşitli Siteler


Burda... Devamını oku

Vücudumuzun hatalı duruşları konusunda uyarı veren ilk akıllı yazılım

28 Temmuz 2008 Gönderen:Sade 0 yorum


Her yıl, bilgisayar başında çalışan, bilgisayar başında oyun oynayan yada ders çalışan her yaştan milyonlarca insan, vücutlarını hatalı kullandıkları ve ergonomi ilgisinden yoksun oldukları için bel ve boyun ağrısı gibi hastalıklar ile benzer ek çok sağlık sorunu yaşamaktadırlar.

Postureminder bu sorunlara çözüm bulmak üzere geliştirilmiş bir yazılımdır. Web sayfasından çok kısa sürede yüklenebilen bu yazılım, bilgisayara entegre yada sonradan monte edilmiş küçük bir kamera ile kullanıcıyı izler.

Yazılım kameradan aldığı görüntülerden yola çıkarak hatalı duruşlar yada çalışma alışkanlıları tespit ettiğinde kullanıcıyı son derece nazik ve doğru bir zamanlama ile uyarır.

Program bunun yanında, çalışanın uzun süre hareket etmeksizin kaldığı zamanlarda da mola vermesi gerektiğini, molada hangi egzersizleri yapabileceğini ve gün içinde alması gereken sıvı miktarını da hatırlatıyor.

Postureminder’in bazı özellikleri:

* Doğru çalışma şekli bozulduğunda uyarı özelliği
* Dinlenme molalarının unutulmasını önleme
* Görüntülü ofis egzersizleri rehberi
* Sıvı tüketimi ve zararlı alışkanlıkların takibi
* Tam sürüm ergonomi eğitimi
* Farklı kişilere göre ayarlanabilme özelliği


Postureminder’in Bilgisayar kullanan kişiler için yararları:

** Ağrılı durumlar nedeniyle bozulan yaşam kalitesini yükseltir.
** Doğru çalışma alışkanlıkları geliştirilmesine yardımcı olur.

Postureminder’in Şirketler ve kurumlar için yararları:

** Kas iskelet sistemi hastalıkları nedeniyle yaşanan iş günü kayıplarını önler.
** Kas iskelet sistemi hastalıkları nedeniyle oluşan sağlık harcamalarını azaltır.
** Çalışanların daha verimli olmalarını sağlar.
** Konsantrasyon ve dikkati arttırır.

KAYNAK:

Postureminder

Burda... Devamını oku

, , ,

Hayal gücü mü yoksa bilimsel gerçekler mi?

Hayal gücünüzü geliştirebilecek filmleri mi izlemek istersiniz? Yoksa, bilimsel gerçeklere dayandırılmış filmler mi izlemek istersiniz?

Esasında bilim-kurgu türünde filmleri izlemekten hoşlananlar için bunun pek bir öneminin olduğunu düşünmüyorum. Baştan bir kabul vardır ve ona istinaden film izlenmeye başlanmıştır. Hollywood filmlerinin hayal gücümüzü geliştirmediğini söylemek haksızlık olur. Ancak yinede düşünülmemişi düşünüp, yapılmamışı yapma sevdalısı bu tarz filmlerde ipin ucunun kaçtığı zamanlarda yok değil. Bazı filmlerin konularının düşünüldüğünde içlerinde 5 duyumuzu aşıp, 6. hislerimize ihtiyaçımızın olabileceği ve hatta bunların bile yetmeyebileceği bazı anlarında var olduğu aşikardır. Radikal gazetesi Sanal Alem bölümünün bu adresten alıntıladığı haberde ki bazı konular şöyle;

Armageddon: Teksas eyaleti büyüklüğünde bir göktaşı dünyaya yaklaşarak kıyameti getiriyorsa bu elbette Isparta semalarına değil, ABD’ye denk gelecektir ve elbette Yüzbaşı Volkan değil, Bruce Wills bunu halledecektir. Ancak bizzat NASA’nın 180’den fazla hata bulduğu Michael Bay’in bu unutulmaz filminde bu kada büyük bir göktaşı bir nükleer bombayla uzayda ikiye ayrılır. Küçük bir ayrıntıyı hatırlamakta fayda var: dünyada henüz bu kadar etkili bir bomba yok.

Independence Day: Uzaylılar dünyaya lanetlerini saçmak için kimbilir kaç ışık yılı uzaktan geldiklerinde gümrük kapısı olarak yine ABD’yi kullanırlar. Filmde kullandıkları araç gökteki ayın dörtte biri büyüklüktedir ve filmde New York’un tepesinde gölge yapacak kadar alçalmaktadır. İşin aslında böyle bir yaklaşma olsaydı motor gücünden dolayı yaratacağı depremler, fırtınalar ve benzeri doğal afetlerden zaten saldırmalarına bile gerek kalmazdı.

Starship Troopers: Sahi neden bütün uzay seyyahları koca kainatta bula bula dünyayı bulur ve kötülük saçar? Bu film de bir istisna değildi. Üstelik kimse tek mahareti tünel ve mağara kazmak olan yaratıkların gezegenler arası yolculuğun gerektirdiği teknolojiye nasıl sahip olduğunu açıklayamadı.

The Day After Tomorrow: Filmin yapımcıları başta danışmanlık hizmeti ve destek almak için NASA’ya başvurduğunda uzmanlar ayrıntıları o kadar saçma bulur ki hiç bulaşmamaya karar verir. Ancak Hollywood bunlara pabuç bırakacak cinsten bir yer değildir. Filmde New York şehrinin su altında kalış seviyesinin bütün Antartika’nın erimesi sonucu bir ihtimal olabileceğini de bu yüzden sineye çekmemiz gerek.

The Core: Dünyanın merkezine seyahati çok uzun zaman önce Jules Verne romanlarında tamamlamıştık ancak film yapımcıları bundan tatmin olmamış olacak ki bu filmi çekti. Filmde dünyanın merkezindeki metal tabakanın dönüşü durur ve dünya mikrodalga ışınların etkisine maruz kalır. Oysa ki mikrodalganın manyetikle bir ilgisi yoktur. Öte yandan o tabaka durduğunda yaklaşık 5 trilyon nükleer bomba etkisine denk bir patlama dünyayı çoktan yok etmelidir.

The Matrix: Yakın tarihin en ilginç metaforlarına sahip bu filmin temelinde robotları yok etmek için enerji kaynağı olan güneşi yok eden insanlardan intikamını onları enerjileri için pil olarak kullanan makinalar yatar. Ancak en basit bilimsel gerçekler bile gösterir ki insan vücudu bu anlamdaki pil enerjisi için çok verimsizdir. Eğer makineler insanları yaksalardı daha fazla enerji elde edeceklerdi.

Jurassic Park: Zamanında bir dinozor sokmuş sivrisineğin kursağındaki kandan DNA örneği alarak dinozorlar yeniden hayata geçirilebilseydi bugün hemen her hayvanat bahçesinde bir tanesi olurdu. Filmdeki bir başka enteresan ayrıntıysa o kanın içinde sivrisineğin kendi DNA bilgisinin de bulunması gerektiği. Kanatlı ve hortumlu kan emen bir dinozor fena da görünmezdi hani.

Bu ve benzeri gerçek üstülüklerin veya mantıksızlıkların filmi izlerken hissedilmesi yada düşünülmesini sağlıyorsa bir film, o an itibari ile filmi izlemeyi bırakın, yok daha sonra aklınıza geliyorsa da zokayı yuttuğunuz için hoş bir tebessümle hatırlayın izlediğiniz anı.

KAYNAK:

getir.net/pdk

getir.net/pdl

Burda... Devamını oku

, ,

Monopoly Dünya Şehirleri : Hırsınızı test edin!

23 Temmuz 2008 Gönderen:Sade 1 yorum

Monopoly emlak spekülasyonu üzerine klasikleşmiş kutu oyunudur. Türkiye’de satışları Hasbro İntertoy tarafından yapılmaktadır.

Bugün 103 ülkede satılan ve 37 dilde üretilen monopoly dünyanın en çok satılan kutu oyunudur. Charles B. Darrow, Büyük Buhran dönemindeki çok sayıdaki işsiz Amerikalı' dan biriydi. Umutsuzluk devam ederken Darrow’un aklına büyük bir fikir geldi: Herkesin lüks bir yaşamın tadını çıkarmasına olanak verecek bir oyun. Darrow, 1934’te oyununu Parker Kardeşler'e götürdü, ama onlar oyunu kendi standartlarının altında buldukları için reddettiler. İlk engelde pes edecek biri olmayan Darrow, yerel bir matbaayla anlaşarak 5000 set hazırlattı ve bunları Philadelphia’daki bir alışveriş merkezine sattı. İnsanlar oyuna bayıldı. Başarısı kısa bir süre içinde Parker Kardeşler'e kadar ulaştı. Darrow ve Parker Kardeşler karşılıklı anlaşma yaptılar ve bunun sonucunda her iki taraf da servetine servet kattı.

Bugün monopoly hala dünyanın 1 numaralı kutu oyunudur. Dünyanın En çok satan oyunu sıfatını taşıyan monopoly, 2000 yılında Londra oyun fuarı'nda yüzyılın oyunu seçilmiştir. Türkiye'de 1995'den beri satılmakta olup, Türkiye'de ki yıllık satış adedi yaklaşık 30 bindir. Ayrıca 1973'den beri dört yılda bir dünya monopoly şampiyonası düzenlenmeketdir ve 2004’de ilk defa Türkiye de katılmıştır.


Oyunu basitçe; ‘küçük yaşta kapitalist dünyaya küçük bir giriş, büyükler açısından ise bir hafıza tazelemeye kadar giden, ilginç ödül ve cezaları ile oyuna olan ilgiyi canlı tutmaya çalışan ilkel bir gerçek zamanlı dünya simülasyonudur’ şeklinde yorumlanabileceği gibi.

Oyun, para alışverişinin öğrenilmesini sağlar. Para, söz konusu olduğunda oyunun sonunda babandan, annenden, amcadan ve teyzenden dahi kazık yiyebileceğin konusunda yararlı tecrübe kazandıran ve hayat dersi veren oyundur. Zengin olma hırsını çocuklukta edinmeye yarayan, üzerine ev ve otel dikmedikçe boş arazinin ise yaramayacağını, karnını doyuracak kadar bile gelir getirmeyeceğini bir güzel öğreten, ama yenilsen de oyundan kalkmak istemediğini görmen üzerine olayın felsefesini sana yaptırtan oyundur. Bu bakımdan oyun, Kapitalizmi çocukların beynine çok güzel işleyen bir oyun olarak ta yorumlanabilir. Ve hatta tam rekabet piyasaları koşullarında başlayan monopoly ilerleyen saatlerde, oyuncuların birer ikiser iflas etmesiyle, iki kişinin eşitliğiyle tie break ya da tek kişinin monopol ölmesiyle biter. Günümüz koşullarında Sabancı Koç gibi dev holdinglerin diğerlerinin arasında derece derece nasıl yükseldiğini, dünyada ve bu ülkede kobilerin batmaya mahkûm olduğunu ya da merge [isletme ogretisinde iki firmanin birlesmesi terimi] acquisition (merge ile birlikte anıldığındaki anlamıyla, yani bir kurumsal finansman kavramı olarak, bir şirketin diğer bir şirketi satın alarak kendi bünyesine katmasıdır. mergede iki şirket birleşip farklı bir kimliğe bürünürken acquisitionda edinilen şirket edinen şirketin içine yedirilir) yöntemiyle büyüklerce kapılmasını çok güzel özetler iki saat içinde.

Ancak oyunun salt kapitalist duyguları beslediği söylenemez yine de. Özellikle bizim Türk Milletin de çoğunlukla var olan "vicdan sahibi/duygusal insan" profili, kendisi yener ve paraları önünde destelerken, sevdiği babası, dayısı, teyzesi, annesi, akraba, arkadaş, sevgilisi'nin yenilmesine ve süratinin asılmasına bir sure sonra dayanamayacak, önündeki paralardan bazılarını çaktırmadan onun önüne koyacaktır. Bu bakımdan vicdani duygular gereği vicdani rahatsızlıklar da verebilen bir oyundur.

Buna karşılık, uyumsuz ya da yenilgi hazmedemeyen rakiplerle oynandığın da; kavga etmeden oynamanın çok zor olabileceği bir oyuna da dönüşebilir. İnsanı ne kadar kasarsa kassın hırs küpü yapabilen, hiç hırslanmayınca da yenilgiyle sonuçlanan(ki bu durumda da yenen tarafın çirkefliğine sinirlenilir), her halükarda sinirleri yıpratıcı etkisi olmasına rağmen her yaşta zevkle oynanabilen güzel oyundur.

Monopoly Nasıl Oynanır?

Monopoly bir çift zar, piyonlar, para ve çeşitli joker kartları ev, otel gibi eklerle oynanan bir oyundur. İlginç ödül ve cezaları vardır. Öncelikle zarlara kimin hangi sırayla atacağı belli olur. Herkese eşit olacak şekilde bir miktar para verilir atılan zarların toplamları sayısı kadar piyonlar ilerletilir. Parayla çeşitli yerler alınır ve bu alınan yerlere önce evler ve daha sonrada otel kurulur.

Monopoly Oyun Kutusunda ki araçlar :

Oyun tablası: Oyunun yol haritasıdır. Ev ve otelleri rakiplerin gözüne sokmaya yaradığı gibi, zarları sağa sola atmaktansa belli bir alana atılması ile daha düzenli bir bölgede oyunun oynanmasını sağlayan oyun araçtır.
Oyuncu ikonaları: Kim nerede takip etmeye yarayan piyonlardır.
Şans kartları: Gerçek yaşamda da aldığımız haberler ile bazen sevinir bazen üzülmez miyiz? İşte bu şans kartları da en ihtiyacınız olduğu anda çok işinize yarayabileceği gibi, ortama göre milyon beddua ve küfür ile ya da sadece dişlerinizin gıcırtısı ile sizi derinden üzecek kartlar olabilirler.
Tapular: Tüm oyuncuların, hangi oyuncu nereye sahip bilgisine sahip olmasını kolaylaştırıcı kartlardır. Mal canın yongasıdır.
Çift zarlar: Oyuncuların kaç kare ilerleyeceğini gösteren tamamen şansa kalmış oyun aracı.
Oyunu satın almak için: monopoly adresini ziyaret edebilirsiniz.

Monopoly, artık kutudan çıktı bilgisayarlarımıza da yerleşti. Belki çoğunuz zaten biliyorsunuz monopoly’yi ve bilgisayar başında monopoly oyununun var olduğunu ama yinede sizinle paylaşmak istedim. (Bkz. Yorumlar)


Dünyanın ilk küresel Monopoly'si : Monopoly Dünya Şehirleri
Ve en son olarakta Dünyanın ilk küresel Monopoly’sini satışına kısa bir süre kaldığını sizlerle paylaşmak istedim. Monopoly Dünya Şehirleri 27 Ağustos tarihinde satışa sunulacak.

Monopoly Dünya Şehirleri’nde klasik oyundaki semtlerin yerini dünyanın farklı köşelerinden 22 şehir alacak. Bu 22 şehri belirlemek için geçtiğimiz Şubat ayında tüm dünya çapında bir oylama yapıldı. Monopoly Dünya Şehirleri’nde yer almak üzere aday olarak gösterilen şehirlerarasında İstanbul da vardı. Şimdi dünyanın dört bir köşesinde pek çok kişi heyecanla kendi şehirlerinin oyun alanına girmeye hak kazanıp kazanmadığını öğrenmeyi bekliyor…

Monopoly Dünya Şehirleri hakkında daha detaylı bilgi almak için Hasbro İntertoy - Monopoly adresini ziyaret edebilirsiniz.

Kaynaklar:

Ekşi Sözlük

Hasbro İntertoy - Monopoly

Kolikler

Wikipedia - Özgür Ansiklopedi

Google

Çeşitli Siteler
Devamını oku

İslamcı - İslamizm - İslamcılık

18 Temmuz 2008 Gönderen:Sade 0 yorum

Economist dergisinden çeviri yapılarak alıntılanan ve NTVMSNBC'de yayınlanan bir yazı dikkatimi çekti.

Bazı kaynaklarda ''Islamist'' kelimesi ingilizceden İslamcı olarak Türkçe'mize çevrilmiştir.

Bununla beraber Türk Dil Kurumu'na göre ''İslamcı'' kelimesi vardır ve manasıda şöyledir;

Müslümanlığın esaslarını sadece dinî hayatta değil, hukuksal, ekonomik ve siyasal
düzenlemelerde de geçerli kılmak isteyen.
Ancak ingilizce' de ''Islamism'' şeklinde geçen kelimenin manası da aşağıdaki gibidir ve ne benzerdir ki bizim Türk Dil Kurumunun İslamcı tanımlamasıdır.

''Islamism is a term that denotes a set of ideologies holding that Islam is
not only a religion but also a political system; that Muslims must return to
their roots of their religion, and unite politically.''
İslamizm bir rejim tanımıdır. İslamcı da olsa olsa buna mensup olan kişidir. Türk Dil Kurumunda ise İslamizm diye bir tanımlama olmadan direk o rejime mensup kişiye, İslamizm tanımlaması yapılmıştır. Sanırım unutulmuş.

Buna bağlı olarak Türk Dil Kurumu'nda ilk arattığım kelime ''İslamcılık'' oldu ve manasıda şöyle;

İslamcı olma durumu.
Wikipedia'da paylaşılan bir diğer ''İslamcılık'' tanımlaması da şöyle;

Batılı güçlerin İslam dünyasına özellikle askeri ve ekonomik alanlardaki meydan okuyuşunun hız kazandığı 18.ve 19.yüzyıl döneminde müslüman aydınların aradığı kurtuluş reçetelerinden biri olarak ortaya çıkmıştır. Cemaleddin Efgani, Reşid Rıza, Muhammed Abduh gibi yazarların eserlerinde geleneksel İslam düşüncesi ve anlayışının eleştirisiyle ilk nüvelerini göstermeye başlamıştır. Sözkonusu yazarların eserlerinde görülmeye başlanan dindeki doğaüstü bazı ifadelerin "hurafe" ile nitelendirildiği, geleneksel dini otoritelerin önemsizleştirildiği ve dinin yeniden yorumlanmasına ihtiyaç duyulduğu anlayışı tüm müslüman ülkelerde yankı bulmaya başlamış dönemin Osmanlısında da dindarlıklarıyla bilinen birkısım alim de bu görüşlerden etkilenmişlerdir. Bunun neticesinde Mehmet Akif Ersoy , Mustafa Sabri Efendi ve daha nice şair, bilgin ve yazar müslümanlar ile İslamiyet arasındaki ayırımı güçlü bir şekilde vurgulayıp dönemin İslam anlayışının İslam toplumlarını geri bıraktığı şeklinde bir yaklaşımı savunmaya devam etmişlerdir.

Müslüman, İslam dinine mensup kişi veya İslamiyet'e tabi olan kişi şeklinde tanımlanabileceği gibi farklı tanımlamalarla da konu genişletilebilir ancak benim paylaşmak istediğim şu;

''Müslüman'' ve ''İslamcı'' olan kişi arasında ki tanımlama farkı;

Müslüman, İslam dinine mensup kişi.

İslamcı, Müslümanlığın esaslarını sadece dinî hayatta değil, hukuksal, ekonomik ve siyasal düzenlemelerde de geçerli kılmak rejim mensubudur.

Burda dikkat edilmesi gereken İslam Dininin zaten kendi içinde bir hukuku, ekonomik bir yapısı olduğudur. Ancak şuan dünyada yer alan hukuksal düzenlemeler ve ekonomik yapı ile birebir örtüşmemektedir. İslam dinini, var olan ekonomik, hukuksal, siyasal düzenlemelere uyarlamaya çalışmak, İslamın kendi içinde var olan kuralları ile birebir örtüşmez. Bu konu bir kitap olacak kadar detaylı bir konudur.

Economist dergisinde yer alan makalenin NTVMSNBC sayfasında birebir çevirisi olmadığını ilk önce belirttikten sonra Türkçe'ye eksik çevrilmiş olan makaleden bazı alıntılar;

Economist dergisinde yer alan makalede, kapatma davasının açılmasından bu yana Türkiye’de bir kargaşa yaşandığı ve gözlemcilerin AKP’nin kapatılacağına inandığı kaydediliyor. Ancak Economist, savcı Abdurrahman Yalçınkaya’nın iddianamesinde somut kanıtların olmadığını öne sürüyor. İddianamenin çoğunun, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve kurmaylarının yaptıklarına değil, söylediklerine dayandığı belirtiliyor.

Türkiye'miz de maalesef belirli aralıklarla çıkan ve halkımıza zor zamanlar yaşatan bir o kadar da alışkanlık yapmış olan kargaşalardan biri mi acaba?

HER MÜDAHELEDEN SONRA İSLAMCILAR DAHA GÜÇLÜ DÖNDÜ
AKP’nin İslami değerleri savunduğunu belirten dergi, buna karşın hiç Kuran’dan esinlenen yasalar geçirmeye çalışmadıklarını vurguluyor ve şöyle devam ediyor, “Ama bunların hiçbiri AKP’ye karşı ‘yargı darbesi’ndeki itici güç olduğuna inanılan, Türkiye’nin müdahaleci generallerini etkilememiş gibi gözüküyor. Generaller ve müttefikleri Atatürk’ün laik cumhuriyetinin geleceğinin tehlikede olduğuna inanıyor. Benzer tartışmalar 1996’da İslamcı Refah Partisi iktidara geldiğinde de duyulmuştu. Bir yıl sonra, şu anda AKP’ye yöneltilen suçlamalar nedeniyle kansız, ‘kadife bir darbeyle’ iktidardan uzaklaştırıldılar. Ama her müdahaleden sonra İslamcılar daha güçlü geri döndü”.


Avrupa Birliği, Dış basın, Demokratik (!) Ülkeler,... 'in Adalet ve Kalkınma Partisine verdiği desteğin altında acaba ''Her müdahaleden sonra İslamcılar daha güçlü geri döndü'' korkusu mu yatıyor?

Orjinal yazıda da ismi açıklanmayan bir AKP milletvekili ‘Erdoğan hiçbir öğüt ve eleştiriyi kabul etmiyor. Bir tirana dönüştü” diye fısıldıyor. Dönüşmüş olabilir. Ama bu partisinin kapatılmayı, kendisinin de siyasetten yasaklanmayı hak ettiği anlamına da gelmiyor”

Bu tespit ancak demokratik ve tarafsız bir bakış açısı ile yakalanabilir.

HAYRUNNİSA GÜL: BEN SAÇINIZ SARI DİYE SİZİ YARGILAMIYORUM

Times gazetesi ise, Times2 ekinde Türkiye’deki türban tartışmalarını kapak konusu yaptı. Türkiye’deki laikleri temsil edenlerden, türban takanlara pek çok kesimin görüşlerinin yansıtıldığı yazıda, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün eşi Hayrunnisa Gül’le yapılmış bir röpörtaj da var. Gül, röpörtajı yapan Janice Turner’a “Ben sizi sarı saçlarınız var diye yargılamıyorum. Ben başımı örtüyorum, beynimi değil” diyor. Gül, “Türbanın, kadınları takmaya zorlayabileceğiniz bir şey olduğuna inanmıyorum. İran’da öyle yaptılar. Ama Türkiye farklı bir toplum. Bazı ailelerde türban takanlar da, takmayanlar da var. Biz bu farklı tercihlere alışkınız” şeklinde konuşuyor.





Zaten Türkiye'de yaşayan insanlar arasında da bu durum söz konusu değil mi? Hemen her ailede, sülalede yada arkadaşlık çevremizde bu ve benzeri durumlarla karşılaşmıyormuyuz. Gerçek demokrasinin de gereği bu değil mi? Hür iradesi ile karar verebilen bir insanın istediği yerini örtüp istediği yerini açmasından kime ne? Zaten dinlerin özünde de insan ve yaratıcı arasında başka bir üçüncül tekil şahıs olmamasının bir gereği değil mi bu? Din anlatıcılarının, din öğreticilerinin, din eğitmenlerinin,... olması o dinin gereği olabilir ama hiçbir kimse din zorlayıcısı olamaz! Dinde zorlama yoktur. Zorla bir din anlatılamaz, öğretilemez ki bunlar bir şekilde yapılsa bir o din özümsenmeden yaşanamaz.



SON YILLARDA HIRSLI VE DİNDAR BİR SINIF ORTAYA ÇIKTI
Makaleyi kaleme alan Turner ise, İslam’ın, türban takan kadınların şahsında, zorla değil, ama artan sayılarıyla siyasi iklimi değiştirdiği tespitinde bulunuyor. 30 yıl önce İstanbul’da sadece hizmetçi kadınların ve kenti ziyaret eden köylülerin türban taktığını ifade eden yazar şöyle devam ediyor; “Ama son yıllarda hırslı ve dindar bir orta sınıf yükselişe geçti ve şehirlere yayıldı. Siyasi alandaki sesleri olarak da AKP iktidara geldi ve kendilerine olan güvenleri arttı. Şimdi laikler Starbucks’larda, şık restoranlarda ve en iyi üniversitelerde yanlarında türbanlı kadınların oturduğunu görüyorlar. Artık sadece kentin kendilerine ait bölümlerinde kalmıyorlar.”

Bu paragraftan da şunu çıkarabiliriz; dini öcü gibi gören ve göstermeye çalışan

Times'da yer alan haber-yorum;

Times, başyazılarından birini de Türkiye’ye ayırmış. “Türkiye için mücadele” başlıklı yazıda, “Demokrasiye tehdit olan kızgın generaller, türban değil” deniyor. Yazıda “Batılı hükümetler konuyu olduğu gibi, bir yargısal darbe girişimi olarak görmeli. Hukuki dayanakları yetersiz. Başarılı olursa, Türkiye’nin zaten sorunlu olan Avrupa Birliği’ne giriş sürecini raydan çıkarabilir. Birçok AKP taraftarının da sandıklardan umudunu kesmesine yol açabilir.” sözlerine yer veriliyor. “Aralarında üst düzey generallerin de bulunduğu kişilerin bu ay toplu halde tutuklanmaları bazıları tarafından keyfi ve otoriter bulundu. Ancak bunun tehlikedeki bir demokrasinin kendisini savunması olarak algılanması daha iyi olur.” denen yazıda Başbakan Erdoğan’a yönelik de bazı tavsiyeler dile getiriliyor. Times, Erdoğan’ın eğitimli şehirli kesimleri ve entellektüelleri de yanına alması gerektiği görüşünde ve Başbakan’ın kamudaki atamaları şeffaf ve liyakat prensibine dayanarak yapıp, eğitimli ve şehirli kesimleri de yanında tutması gerektiğini belirtiyor.

Amerikan Washington Post'da yer alan haber-yorum;

ALKOL TÜKETİMİ ÖLÇÜ OLSA, EN BÜYÜK DEMOKRASİ RUSYA OLURDU
Amerikan Washington Post gazetesinde yer alan bir haber-yorumda ise, “ABD, Müslüman ülkelerde demokrasiyi ilerletmekte ciddiyse Türkiye’nin demokratik olarak seçilmiş hükümetine destek vermesi gerek” ifadesine yer verildi ve ABD hükümetinin Türk demokrasisine yönelik bu saldırıda sessiz kaldığı savunuldu.

Aliza Marcus ile Andrew Apostolou imzası taşıyan yorumda, ABD’nin bir zamanlar Türkiye’yi Müslüman dünyası için ‘demokratik bir model’ olarak gösterdiği, ancak Amerikan yetkililerinin şimdi kamuoyu önünde ‘bu adli oyunu’ kınamakta duraksadığı” kaydedildi. Devamını okumak için yazının orjinal adresi : NTVMSNBC

Düzenleme: Hürriyet.com.tr sayfasında yeni gördüğüm haber de Economist dergisinden alıntı bir haberdir. Ve buda tam çeviri olmamakla beraber daha geniş kapsamlı bir çeviri. Belki okumak istersiniz.

Kaynaklar:

The Middle East Interest

Left Turn

the Religion of Ease
Islam is ease. Islam is peace. Islam is not danger or disease.


Economist.com

NTVMSNBC

Türk Dil Kurumu

Wikipedia - Özgür Ansiklopedi

Google

Çeşitli Siteler
Devamını oku