,

Koşu Bandında Kampanya

18 Ekim 2008 Gönderen:Sade 0 yorum

Vaktim yok bahanesini ortadan kaldırabilecek bir ürün ve piyasadaki benzeri ürünlere görede fiyatıda uygun. Kriz var o var bu var, borsa düştü, dolar çıktı, diye düşünebilirsiniz. Ama sağlıkta önemli. İşinizden vakit bulamıyorsanız, spor salonuna gidemiyecek kadar yogunsanız işte size şuan kampanyadaki bir ürün;


ALTIS SD 5000 - MASAJ + MEKİK + DAMBIL + TWISTER FONKSİYONLU - 2 Hp MOTORLU KOŞU BANDI DENENDİ. TEST EDİLDİ. Tavsiye ederim.

Burda... Devamını oku

, ,

Tavsiye Edilen Filmler

17 Ekim 2008 Gönderen:Sade 0 yorum

Bir mola veriyorum ve molada insanlar ne yaparlar diye düşünüyorum özelliklede şu "En uzun süre film izleme" rekorunu kıran insanların hikayesi geldikçe aklıma bir daha anladım molanın mahiyetini. Kanadalı Suresh Joachim ve Alman Claudia Wavra’nın, 123 saatte izledikleri 57 filmle dünya rekorunu kırdılar. Rekor denemesini 2 Ekimde 8 kişi başlattı. Katılımcıların film boyunca gözlerini ekrandan ayırmamaları gerekiyordu. 72 saatin sonunda sadece Joachim ve Wavra’nın kaldığı rekor denemesinde, her filmin sonunda on dakikalık ihtiyaç molası verildi. Sanırım ben ve arkadaşlarım bu rekoru geliştirebiliriz hemde daha fazla katılımcı ile. Özelliklede son zamanlarda film izleyememekten şikayet eden ve 2 gün öncesi şahlanan ata mı benzetirsiniz yoksa barutun ateşlenmesine bilemem ama bir anda içimde film izleme isteğinin zivre yapması ile adeta ara vermeksizin izlediğim filmlerdeki performansım ile...

Ben bir molamı izlediğim filmler hakkında kısa kısa bilgiler vererek geçirmeyi tüm vatana millete hayırlı bir iş olarak gördüm.

Lik Wong (1991) ile başladım. İzlenecekler listesindeydi uzun süredir ama bir türlü elim gitmemişti. Az çok tahmin ettiğim gibide çıktı esasında. Eğlenmek için birebir bir film. Yer yer sıkıntıya sebep versede çerez mahiyetinde. Arada atıştırmalık olarak izlenebilir.

Dear Frankie (2004) filmi ile bir çocuk için babanın önemini, bir anne için çocuğunun mutluluğunun önemini kavramaya ve pekiştirmeye çalıştım.

Krótki film o milosci (1988) filmi ile aşk için çekilen çileye, tutkuya şahit oldum. Ve aşk ne kadar imkansız gibi görünsede hiçbir zaman karşılıksız kalmaz fikrini kafamın bir köşesinde tutacağım. Krzysztof Kieslowski gibi bir yönetmenin neden sıradışı olduğunu tekrar O'nun bir başyaptını izleyerek yeniden keşfederek öğrendim ve pekiştirdim.

Butterfly on a Wheel (2007) Filmi ile ailenin birbirine bağlı olması gerektiğine, aile fertlerinin birbirleri için neler yapabileceklerine, bir kadının kinine ve öfkesine, bir katilin soğuk kanlılığına,... şahit oldum.

Baño del Papa, El (2007) filmi ile Papa'nın neden bu filmi beğenmediğini anladım. Var olan krizden korkanların izlemesi gereken bir film olduğuna kanaat getirdim.

Ne le dis à personne (2006) filmi yer yer daraltmalar, sıkmalar, bogmalar ile başlasada ilk yarım saat dişinizi sıktıysanız biraz hareketlenmeye başlıyor. İlerleyen sahnelerde zaman zaman konu dağılıyor toplanmaya çalışılıyor o arada hikayenin foyası ortaya çıkıyor derken film bitiyor. Belkide şu listedeki en zayıf halka kendileri. Ama yinede izlemeye değer bulduğumuda inkar edemem. Pişman değilim. Filmsever olmak böyle bişey olsa gerek.

Kataude mashin gâru (2008) ile eğlendim aynı Lik Wong (1991) da eglendiğim gibi.

Kung Fu Panda (2008) filmini yatmadan önce izledim ve tatlı bir tebessüm ile uyumama sebep oldu. İnsana özgüven aşılıyor. İzlemenizi tavsiye ederim.

2. gün bitmeden izlemeyi planladıklarımıda şöyle kısaca listeleyeyim.

Tetsuo (1989)
The Air I Breathe (2007),
Stephen King'den The Mist (2007),
El kamerası ile çekilen Cloverfield (2008),
Daha 17 17 17' yaşındaki gencin hikayesi Nói albínói (2003),

Bu filmlerin arasından çok kötü bir filmdi diyebileceğim bir film yok. Arada kopmalar yaşayan filmler de vardı ama ben bombardıman arasında pek farkedememiş olabilirim. Zaten en güzel film araştırma merkezi IMDb'ye bakınız eğer sizede uyuyorsa izleyiniz pişman olmayacaksınız. Filmlerin derinlemesine konularını araştırmadan izlemenizi tavsiye ederim. İki gün onüç film uzun süredir işlerimden dolayı gösteremediğim bir performanstı. Şimdi gayet huzurlu ve mutluyum.

''Hep merak etmişimdir, bir kelebek güvenli kozasından çıktığında ne kadar güzel bir hale geldiğinin farkında mıdır?''

''The Air I Breathe'' Filminden bir alıntı... Film başladı...


Burda...
Devamını oku

,

Sorun Rakipler Değil ki!

08 Ekim 2008 Gönderen:Sade 0 yorum

Bugün okuduğum bu habere ve yazan arkadaşların gerçeği değilde gerçeğe teğetleri yazmasına tepki vermek amacı ile cevaben yazdığım bir futbol yazısıdır.

Zorlu bir grup olduğu fikrine asla katılamam. Sevilla, Milan, Stuttgart, Ajax, Deportivo, Valencia, gibi kalbur üstü takımlardan ziyade Benfica, Anorthosis zede Olympiakos, sıradan bir alman takımı olan Herta Berlin ve Avrupa da adı bile çok az bilinen Ukrayna liginden Metalist ile eşleşmek Galatasaray için büyük şanstır.

NŞA'da kesinlikle bu gruptan elini kolunu sallaya sallaya çıkarn diyebileceğimiz bir Galatasaray takımı maalesef bu tarz haberlere konu edilecek kadar acizmiş gibi böyle bir habere konu edilmesini de tamamen yanlı bir bakışı olarak gördüğümü ve adeta güneşi balçıkla sıvamaya çalıştıklarını söylemeden geçemeyeceğim.

Ne Lucescu ne Eric Gerets böylesine zengin bir kadroya sahip değillerdi. Ancak elde ettikleri başarılar ortada. Acaba bugün aynı teknik direktörlere bu şans verilebilseydi, Galatasaray Şampiyonlar liginden elenir miydi? Yada Bellizzona gibi bir takımdan toplamda 4 gol yeme başarısını gösterebilir miydi? Bu gibi soruların çoğaltıp binle çarpıp karesini bile alabiliriz.

Geçmişinde herhangi bir başarısı olmayan bir teknik direktörü Galatasaray’ın başına getirmek gibi riskli bir karar alabilen yönetim yaptıkları takdire şayan ancak (riskli) transferleri de bir nevi heba etmiş oldu. Esasen getirilebilecek deneyimli bir teknik direktör ile çok daha başarılı sonuçlara talip bir takım oluşturulabilirdi. Galatasaray’ın oynadığı maçları göz önüne aldığımızda teknik direktörü Skibbe’ni taktiksel hataları ancak ligin orta sıralarında yer alan ve hiçbir zaman maddi, manevi şampiyonluğu hedeflememiş bir takımın teknik direktörünün düşebileceği hatalardı. Yada ilk kez bir takım çalıştıran bir teknik direktörün düşebileceği hatalardı. Gel gelelim Skibbe yaptıklarından ders alıp bir sonraki maçta da beklenen ışığı veremedi.

Oysaki elindeki kadrodan şuan Süper Ligde oynayabilecek 2 takım varken, halen daha sakatlıkları bahane etti. Evet, sakat oyuncular çok ve önemli eksikler ancak bu son Bursaspor - Galatasaray maçının kadrosunda da görüleceği gibi yeterli bir sebep değil. Sakatlara rağmen çıkarılan kadro yanlış olması bir yana, birçok takımın kadrosunda görmek isteyebileceği oyunculardan oluşuyordu. Elindekinin kıymetini bilemeyen ve sakatların ardına sığınmaya çalışan vasat performans gösteren bir teknik direktöre sahip Galatasaray takımı değil aksine Adnan Polat ve Adnan Sezgin’in riskli teknik direktör seçimleri ile Skibbe ile suç ortaklıklarının ürünü olan düşünce yapısıdır.

Yönetimin iyi niyetli olduğundan kuşku duymamakla beraber yaptıkları en büyük yanlışın farkına varıp Skibbe’yi eleştirmelerini ve hatta Galatasaray’da şuan hale hazırda oynayan tüm oyuncuların geçmişte oynadıkları tüm maçların kasetlerinin izletilmesini sağlamalarını, ve hatta rakiplerimizin kasetlerini eline bizzat verip izlemesini sağlamasını, Avrupa kupalarında ki başarının ne kadar önemli olduğuna, ligi şampiyon bitirmekten ziyade Galatasaray’ın dikine ve presle rakibini boğan adeta bir Galatasaray klasiğine dönüşmüş oyun stilini anlatmalarını, … diliyorum.

Eğer bunlar anlatılıp, karşı tarafta anlarsa Galatasaray bu gruptan da çıkar, göze hoş gelen futbolda oynar, yeter ki anlatılabilsin yeter ki anlaşılabilsin.


Burda...
Devamını oku