, , ,

Hayal gücü mü yoksa bilimsel gerçekler mi?

28 Temmuz 2008 Gönderen:Sade Yorumlayın

Hayal gücünüzü geliştirebilecek filmleri mi izlemek istersiniz? Yoksa, bilimsel gerçeklere dayandırılmış filmler mi izlemek istersiniz?

Esasında bilim-kurgu türünde filmleri izlemekten hoşlananlar için bunun pek bir öneminin olduğunu düşünmüyorum. Baştan bir kabul vardır ve ona istinaden film izlenmeye başlanmıştır. Hollywood filmlerinin hayal gücümüzü geliştirmediğini söylemek haksızlık olur. Ancak yinede düşünülmemişi düşünüp, yapılmamışı yapma sevdalısı bu tarz filmlerde ipin ucunun kaçtığı zamanlarda yok değil. Bazı filmlerin konularının düşünüldüğünde içlerinde 5 duyumuzu aşıp, 6. hislerimize ihtiyaçımızın olabileceği ve hatta bunların bile yetmeyebileceği bazı anlarında var olduğu aşikardır. Radikal gazetesi Sanal Alem bölümünün bu adresten alıntıladığı haberde ki bazı konular şöyle;

Armageddon: Teksas eyaleti büyüklüğünde bir göktaşı dünyaya yaklaşarak kıyameti getiriyorsa bu elbette Isparta semalarına değil, ABD’ye denk gelecektir ve elbette Yüzbaşı Volkan değil, Bruce Wills bunu halledecektir. Ancak bizzat NASA’nın 180’den fazla hata bulduğu Michael Bay’in bu unutulmaz filminde bu kada büyük bir göktaşı bir nükleer bombayla uzayda ikiye ayrılır. Küçük bir ayrıntıyı hatırlamakta fayda var: dünyada henüz bu kadar etkili bir bomba yok.

Independence Day: Uzaylılar dünyaya lanetlerini saçmak için kimbilir kaç ışık yılı uzaktan geldiklerinde gümrük kapısı olarak yine ABD’yi kullanırlar. Filmde kullandıkları araç gökteki ayın dörtte biri büyüklüktedir ve filmde New York’un tepesinde gölge yapacak kadar alçalmaktadır. İşin aslında böyle bir yaklaşma olsaydı motor gücünden dolayı yaratacağı depremler, fırtınalar ve benzeri doğal afetlerden zaten saldırmalarına bile gerek kalmazdı.

Starship Troopers: Sahi neden bütün uzay seyyahları koca kainatta bula bula dünyayı bulur ve kötülük saçar? Bu film de bir istisna değildi. Üstelik kimse tek mahareti tünel ve mağara kazmak olan yaratıkların gezegenler arası yolculuğun gerektirdiği teknolojiye nasıl sahip olduğunu açıklayamadı.

The Day After Tomorrow: Filmin yapımcıları başta danışmanlık hizmeti ve destek almak için NASA’ya başvurduğunda uzmanlar ayrıntıları o kadar saçma bulur ki hiç bulaşmamaya karar verir. Ancak Hollywood bunlara pabuç bırakacak cinsten bir yer değildir. Filmde New York şehrinin su altında kalış seviyesinin bütün Antartika’nın erimesi sonucu bir ihtimal olabileceğini de bu yüzden sineye çekmemiz gerek.

The Core: Dünyanın merkezine seyahati çok uzun zaman önce Jules Verne romanlarında tamamlamıştık ancak film yapımcıları bundan tatmin olmamış olacak ki bu filmi çekti. Filmde dünyanın merkezindeki metal tabakanın dönüşü durur ve dünya mikrodalga ışınların etkisine maruz kalır. Oysa ki mikrodalganın manyetikle bir ilgisi yoktur. Öte yandan o tabaka durduğunda yaklaşık 5 trilyon nükleer bomba etkisine denk bir patlama dünyayı çoktan yok etmelidir.

The Matrix: Yakın tarihin en ilginç metaforlarına sahip bu filmin temelinde robotları yok etmek için enerji kaynağı olan güneşi yok eden insanlardan intikamını onları enerjileri için pil olarak kullanan makinalar yatar. Ancak en basit bilimsel gerçekler bile gösterir ki insan vücudu bu anlamdaki pil enerjisi için çok verimsizdir. Eğer makineler insanları yaksalardı daha fazla enerji elde edeceklerdi.

Jurassic Park: Zamanında bir dinozor sokmuş sivrisineğin kursağındaki kandan DNA örneği alarak dinozorlar yeniden hayata geçirilebilseydi bugün hemen her hayvanat bahçesinde bir tanesi olurdu. Filmdeki bir başka enteresan ayrıntıysa o kanın içinde sivrisineğin kendi DNA bilgisinin de bulunması gerektiği. Kanatlı ve hortumlu kan emen bir dinozor fena da görünmezdi hani.

Bu ve benzeri gerçek üstülüklerin veya mantıksızlıkların filmi izlerken hissedilmesi yada düşünülmesini sağlıyorsa bir film, o an itibari ile filmi izlemeyi bırakın, yok daha sonra aklınıza geliyorsa da zokayı yuttuğunuz için hoş bir tebessümle hatırlayın izlediğiniz anı.

KAYNAK:

getir.net/pdk

getir.net/pdl

Burda...

0 yorum »

Yorumunu Bırak!